Motosiklet ile Bulgaristan’da 5 gün
1. Gün Yola Çıkış
2019 Bayram tatili 9 güne tamamlandı. Pazartesi arife ve yarım gün. Cuma haftanın tek tam iş günü olunca devlet daireleri ile başlayarak bütün ülkede nerede ise her yer 9 gün tatil oluverdi.
Yoğun iş programı önceden bir tatil programı yapmama izin vermedi. Arkadaşlar ile son hafta konuşulan Batı Karadeniz düşüncesi de hava raporlarının sürekli yağmur vermesi sebebi ile iptal oldu.
İlk hafta sonunu ev işlerini derleyip dinlenerek geçirdim. Hakikaten gündüz kısa uykular çok iyi geldi. Bir yandan ailenin büyüklerini de ziyaret ettik. Eskiden tüm gün süren ziyaretler artık maalesef daha kısa sürüyor.
Solo gezi için aniden aklıma Bulgaristan geldi. Konuştuğum gezgin arkadaşlardan olumlu cevaplar aldım. Bu arada güvenlik sorunu var dikkat et diyen de oldu.
Ben yola iyice dinlenmiş ve kendimi hazır hissedince çıkmayı seviyorum. Bir yerde acele ile sabah erken yola fırlamak sanki işe gitmek gibi geliyor. Bu sefer biraz abarttım ve Salı günü öğleden sonra 14:30 gibi yola revan oldum. Heden İdilevo’daki Motocamp Bulgaria. Kapıkule üzerinden gidilir ise 570km ve 7 saat! Hava durumu ise bulutlu güneşli yağmurlu.
Tekirdağ’a kadar yol yer yer çok yoğun idi. E6 yani Edirne paralı otoyolu da kalabalık ve yer yer tıkalı idi. Ama motor ile sorun yok. Ben yoluma devam ettim. Motorumuzu bu arada tanıtalım. Africa Twin DCT. Bir top case ve sosis çanta ile gidiyoruz. Kamp düşünmediğim için çadır mat ve ilgili malzeme yok. Oldukça hafif sayılırım.
İlk benzini İstanbul’da şehirde aldım. Takiben otoyol üzerinde bir benzin ve yemek molası daha verip devam ettim. Özellikle Tekirdağ’dan sonra trafik çok azaldı. Kapıkule sınır kapısına vardığımda saat akşam 17:00 idi. Yurt dışı çıkış harcını hızlıca ilk gişeden yatırdım. Gişelerde işlemleri yaptırdım. Duty Free’nin olduğu binada döviz bürosuna gidip 100 EU karşılığı Leva aldım. Verdikleri kur hiçde fena değildi. Yaklaşık 1 EU 1,9 Leva gibi bir şey verdiler. (Genelde ortalam 1,95 gibi).
Takiben Bulgar tarafına geçtim. Burada sizi arabaları güya dezenfekte ettikleri otomatik devreye giren fıskiyeler bekliyor. Tabi ben otomatik devreye girdiklerini tam geçerken anladım. Genç Bulgar Bayan görevli bana gayet net Bulgarca bir şeyler anlattı. Bende ingilizce cevap verdim, nedir bu diye? Kız eli ile devam et dedi, ilerledim.
Tabi yeşil sigorta lazım ve ben bunu Bulgar tarafına bırakmış idim. İşlem yapılan gişelerde kaydımı aldılar paaportumu ise ilerdeki ofisten (klübe) sigortayı yaptırdıktan sonra vereceklerini ilettiler. Peki dedik. Sınırın bizim tarafı yani Kapıkule sınır kapısı kocaman ve bir sürü gişe var. Duty Free de bulunuyor. Bulgar tarafı yani Capitan Andrevo is pek süklüm püklüm.
Tüm işlemler bitti, ama görünürde sigorta yapılacak ofis yok? İlerde solda diyorlar. Evet son kontrol noktasını geçince solda ufak bir kulübe! İşlem yapan genç İngilizce biliyor. Hız sınırını sordum cevap 140! Almanya’da ise 240 diye ekledim. Tabi bu bilgi yanlış.
50 Levaya 1 aylık motosiklet sigortası yaptırdım. Motoru ters sürüp gişeye gittim ve gösterip pasaportu aldım. Birde otoyolda kullanmak için vignette yani yol vergisi gerekiyor dediler. Onu da ilk benzinci satıyor imiş. Haydi gittik. Gümrüğün hemen çıkışında kartondan barakamsı bir yerde ateş yakıp ısınan birilerini gördüm. Duramadım. Vardık benzinciye, dediler motora vignette filan yok. Bu arada arabasına sigorta yaptırmak için sorun yaşayan vatandaşımıza yardımcı olduk. Euro ile ödemeyi kabul etmiyor ille de Leva istiyorlar. Dikkat edin yanınızda Leva olsun. Özellikle benzin sorun olabilir.
Tüm bunlar olurken saat de akşam 18:00’i geçti ve benim önümde ciddi bir yol var. Ayrıca ufukta kara bulutlarda görünmeye başladı. Aklıma alternatif Sakar Camping geldi. Attığım maile hemen cevap geldi. Ama onlarda oda yok imiş. Yalnız kamp. İstersen şehirde oda buluruz dediler, 20EU. ben devam etmeyi tercih ettim.
Yolda hava soğumaya başlayınca kat kat ince kalın polarları giydim. Bir ara yağmurda başladı ama çok uzun sürmedi. Fakat benden önce çok ciddi yağış aldıklarını ıslak asfalttan ve daha sonra karşılaşacağım manzaradan anladım.
Çok durmadan güneş batana dek yol yapmaya çalıştım. Tam hava karardığında motocamp’a direk çıkan dağ yolunun başında idim. Bu noktaya dek bizdeki manada otoyoldan hiç geçmedim. Yollar şehirlerin civarında ayrılmış oluyor. Ama sonrası sürekli gidiş geliş şeklinde. Trafik ise yok denecek kadar az. Evet dağ yoluna sarınca birden yolda yoğun yağışın getirdiğin sel çamur taş toprak kalıntıları ile karşılaştım. Buraya bir kaç saat önce çok ciddi yağmur yağmış olmalı. Tek başıma karanlıkta o riskli yola sarmak istemedim. Kazanlık üzerinden yolu uzattım. Bir yerde dağların etrafından dönerek ulaşacak idim. Ama yolculuk süresi de 1.5 saat kadar ek uzamış olacak idi. Kazanluk’a yaklaşınca benzin aldım. Ve o virajlı dağ yoluna girdim. Yol kuru asfalt güzel ama çok virajlı idi. Böylece 22:00 diye düşünürken 23:30 gibi varmış oldum. Yoldan Ivo’ya mesaj atıp durumu bildirdim. İyi ki de yapmışım erken yatıyorlar çünkü.
ilk gün 10 saate varan bir sürüş ile kamp alanına vardım. Hemen odamı gösterdiler. Bir sıcak çay koyup Türkiye’den adığım bisküviler ile açlığımı yatıştırıp yattım.
Kahvaltı 08:30 ‘da.
2. Gün Motocamp Bulgaria
Mekan İdilevo’da. Bulgaristan’ın ta orta noktası. Çok temiz ve derli toplu. Eski bir Türk konağını restore etmişler. Girişte koca bir kapı var. Yani akşamları motorlarınız tam güvende. Eskiden hayvanların bağlandığı yer moto park olmuş. Üst katta ise 2 tek yatak barındıran odalar var. Eski ahşap yapıyı çok güzel korumuşlar. Kahvaltı mekanı süper. Her duvarda kamptan geçen motorize gezginlerden anılar, posterler, motofest duyurları var. Ve kahvaltı dahil 12.5EU gecesi. Bence çok makul.
Sabah 8:30’da kahvaltıdayım. Benden başka bir de Hollanda’lı aile var. Onlar araba kiralayıp geziyorlar. Mekanın sahibi Amerika’lı gezgin Doug. Adam Harley ile dünyayı geziyor. Bir Magadan gezis var, advrider’da okuyabilirsiniz. İşletmede Polly, Ivo ve Chip sürekli güleryüzle çalışıyorlar. Mekanda Bulgaristan için Lonely Planet rehberi ve son derece detaylı harita da var. Ama daha önemlisi Polly var!
Polly bana her gün için nefis rotalar önerdi. Sayesinde çok güzel bir 3 gün geçirdim. Önerdiği rotalar ağırlıklı dağ ve köy yollarından idi. Trafik çok çok az idi. Genelde hız sınırının 90km/h olduğunu öğrendim.
İlk gün önerisi Veliko Tırnovo’ya gitmem ve ücretsiz şehir turuna katılmam. Tur turist ofisinin tam önünde 1:00’da başlıyor. Motoru hemen oraya park edip kitledim. Otopark ücetli ama benden ısrarla para almadılar. Aynı durum her yerde devam etti tek bir yerde (2LV) park parası verdim.
Tam 3 saat boyunca son derece cana yakın rehberimizi Bulgaristan’ın ilk başkenti olan Veliko Tarnovo’yu (Osmanlı’da meclisi burada kurulmuş) hem gezdirdi hemde anlattı. Grupta Amerikalı İngiliz, Romanya’lılar ve ben tek Türk olarak varım. Osmanlı’nın Bulgaristan üzerinde 500 yıl hüküm sürdüğünü de hatırlayalım. Alt başlıklar halinde kısa bir Bulgaristan tarihi yazmak isterim (tabi gerek rehberden gerekse lonely planet rehberinden öğrendiğim kadarı ile).
– Trakya’da bir çok kavim yaşamış. Bunlar aralarında birleşme olmamış. Hepsi medeniyette ilerlemişler ama bağımsız ve savaşçı olarak kalmışlar.
– Bölge Yunan ve takiben Roma İmparatorluğunun hakimiyetine girmiş.
– İlk Bulgar kralları Bizans ile çatışıp sanırım özgürlüklerini de kazanmışlar.
-Osmanlı Bizans’dan önce buraları gelip fethetmiş ve imparatorluğa katmış. 500 yıl sürmüş bu.
– 1876’da başlayan ayaklanmayı Osmanlı bastırmış. Kimi kaynaklara göre 15.000 kimisine göre de 30.000 Bulgar öldürülmüş.
– Yukarıdakine paralel olarak Velio Tırnovo ‘da organize edilen ilk ayaklanmayı bir rahibin Osmanlı’ya haber verdiğini rehberimiz açıklıyor. Tabi yakalananlar o zaman şehrin dışında olan bir noktada asılmışlar. Şimdi burada bir anıt var. Buraya halk arasında “hanging place” deniyormuş hala.
– Bu duruma bozulan (tabi canım) Ruslar 1877’de Osmanlı’ya savaş ilan edip Bulgarların yardımına gelmişler. Kilit noktası Şıpka geçidinde olmuş. Bu geçidi tutan 7000 civarı
Rus ve Bulgar askeri Osmanlı ordusuna geçit vermemiş. Plevne’ye yardım gitmemiş ve malum Plevme düşmüş. Makedonya dahil Bulgaristan’ı ele geçiren Rus Bulgar ordusu Edirne’ye gelmiş. Istanbul’a yaklaşmaya başlamışlar.
19 Mart 1878’da Ruslar ile Osmanlı arasında San Stefano anlaşması imzalanmış. Bulgaristan’da sınırları Tuna’da Ege’ye, Morava vadisinden Karadeniz’e kadar genişleyen bir Bulgaristan devleti tanımlanmış.
Rusya’nın bu kadar etkili olmasını istemeyen Avrupa’nın Büyük güçleri olarak tanımlanan İngiltere Avusturya Macaristan imparatorluğu Temmuz 13’te Berlin anlaşmasını dayatmışlar. Rumeli ve Makedonya Osmanlı’ya geri verilmiş. Ve evet Bulgaristan da Makedonya bizim diye düşünüyor hala.
– Veliko Tırnovo’ya giren Rus ordusunun başına General … Varmış. Ordunun şehirde yürüdüğü caddenin adı da generalin adı verilmiş. Ve orduda Fin’li askerler de varmış. Çünkü Finlandiya o zaman Rus egemenliğinde imiş!
– Bu arada ilk özgür Bulgar Meclisi daha önce Osmanlı’nın meclis olarak kullandığı Veliko Tırnova’daki binada toplanmışlar. Efendim Cumhuriyet mi kuralım Krallık mı olsun diye tartışma başlamış. İşte burada ilk hata yapılıp (bence) krallık olmasına karar vermişler. 500 yıl süren Osmanlı hükümranlığı boyunca yok olan kraliyeti ise Almanlar canlandırmış. Hemen bir kral bulmuşlar ve göndermişler!
– Aynı meclis başkent Sofya olsun diye de karar alıp bir yerde kendini fesih etmiş. Bunun sebebi de İlerde Makedonya’yı da topraklara katarlar ise başkentin merkezi yerde olması imiş. Başkent taşınmış ama Makedonya önce Yugoslavya da kalmış sonrada bağımsızlığını kazanmış.
– Bulgarlar balkan savaşını takip eden 1. ve 2. Dünya savaşlarında Almanların tarafında yer almışlar. Ve tabi hep toprak kaybetmişler! 2. Dünya savaşı sırasında başlayarak komunist parti etkili olmuş. Sonuçta Bulgaristan Doğu Blokunda yerini almış. Belki de en büyük kayıpları bu esnada yaşamış. Komunist rejim Veliko Tırnovo’da rejim muhalifi olarak tanımlananları işkence den geçirmiş. Aydınları sanatçıları gazetecileri ve muhalif diye tanımladıklarını ezmiş geçmiş. En son Todor Jivkov döneminde Türk azınlık bir takım hakları elde etmesin diye önce asimile sonra sürgün yemiş. Terk edenlerin sayısı için verilen rakam 300.000.
– Günümüzde Bulgaristan nüfusu her yıl 55.000 azalıyor ve ortalama ya 50 imiş. Sınırdan itibaren geçtiğim köylerde bunu görmek üzücü. Birçok ev boş bir kısmı metruk. Hatta Veliko Tırnov Lovec gibi büyük şehirlerde de terk edilmiş boş bir çok ev var.
Veliko Tırnovo’da (VT) çok güzel bir eski çarşı var. restore edilmiş ve zanaatkarlar dükkanlarını açmışlar. İsmi tabi ki Çarşia!
Burada Türk kahvesini eski usül kumda yapıyorlar. Yani eskiden mangalı közünde kumunda yapılır gibi.
Dünyadaki gül yağı üretiminin %85’i Bulgaristan’da. Gülü Suriye’den getirenler ise Türkler. Kazanluk bölgesi iklimi çok uygun olunca almış yürümüş. Çoğunu Fransa’ya satıyorlar imiş, parfüm yapılması için. Türkiye’de dünyada söz sahibi imiş. Bakiye %15’in büyük kısmı bizde imiş.
Biz gezerken meclis binasına ilkokul çocukları gruplar halinde gelmeye başladılar. O zaman bölgedeki kavimleri ve genetik havuzu fark ediyorsunuz, esmer sarışın farklı fizik özelliklerde cıvıl cıvıl çocuklar. Onları görünce belki de nüfusları artıyordu diye düşündüm.
Tur saat 14:00 gibi sona erdi. Sempatik rehberimize ufak bir bahşiş verip restoran tavsiyesi aldım. VT şehrinin ortasından nehir geçiyor. Şehrin bir yakası diğerine net bakıyor. Çarşia’nın 1 sokak altında general…. sokağındaki restoranı hemen buldum. Salata balık ve birayı sipariş ettim. Manzara nefis. Menüde Kuru kahveci Mehmet Efendi’nin reklamı var. Tam karşımda müze ve onun önünde yer alan 4 at ve kılıcı içeren büyük heykel var. Bu atlılar Bizans’a karşı ayaklanan ilk krallar.
Yemek sırasında bir ara çok yumuşak bir yağmur yağdı. Sonra güneş açtı. Hava nefis. Şu ana dek hep yağmur bana izin verdi. Notlarımı derledim, ardından motora atlayıp şehirde bir tur attım. Karşı kıyıda yer alan Müze ve heykele giderek motoru park ettim. (her seferinde de motoru kalın zincir ile kitledim). Müze’de Bulgar sanatçıların resim ve heykelleri var. Sanatçı bir millet ama tarihleri hep istila ile dolu olunca eserler biraz depresif yada bana öyle geldi. hemen müzenin önündeki 4 atlı heykelini ziyaret ettim. Takiben Türk kahvesi olmadığı için espresso mu sipariş ettim ve manzaranın karşısına oturdum. Bu sefer şehri karşıdan seyrettim. Restoran da tam karşımda idi.
Güneş alçalınca bastıran yorgunlukla kampa geri döndüm. Bu sefer 2 sevimli gezgin beni karşıladılar. Almanya’da yaşayan aslen Polonya’lı ve Hırvat olan bu 2 kafadar Türkiye’ye giderken burada mola vermişler. Her sene 1 ay geziyorlar. Geçen sene Nordkap’a gitmişler. Seneye hedefleri iddialı Magadan! Michael eski ilk kasa bir Transalp, yol arkadaşı ise ilk kasa Super Tenere kullanıyor. Uzunca laflıyoruz. Gürcistan dönüşü Trabzon’da arkadaşları Mustafa’yı ziyaret edecekler. Bir gün Istanbul’da kalabiliriz derler. Telefonları değiştik.
- Gün Şipka ve Uzay Gemisi
Sabah kahvaltısını takiben dün akşam gelen 2 gezgini Türkiye’ye gönderdik. Takiben Poly daha yoğun bir program önerdi.
Drjanova Şehri ve şehirde yer alan ünlü Bulgar mimara ait müze ile manastır.
Trjavna restore edilen şehir merkezini ziyaret
Etara Orta Çağ’da bölgede yaşamın gösterildiği şehir, ETARA
Meşhur Şıpka geçidi
Ve daha da meşhur Buzluca’daki uzay gemisi!
Hava güneşli. Bir ara korumalı motor pantalonu yerine acaba kot pantalon ile mi çıksam diye düşündüm. İyiki vaz geçmişim.
Zaten yakın olan Drjanova’ya kolayca ulaştım. Şehrin girişinde güzel bir göl var.
Gölün karşı kıyısında da iri taş kesme heykeller ve Bulgar Bayrağı. Şehirde motorla hızlıca turladım.
Sakin bir yer ve merkezinde Usta Mimar Nicola Fitchev ve eserleri için yapılmış müze var. Bu usta mimar bir çok köprü bina Cami ve kilise yapmış. Osmanlı kendisini bölgede usta mimar olarak tanımış. Veliko Tırnovo’daki meclis binasının mimarı hatta kentin genel yerleşiminden sorumlu o! Yaptığı köprüler yılların su ve sel baskınlarına dayanmış. Dürüst ve çok çalışkan olarak tanınmış. Çok da alçak gönüllü bir insan imiş. Paşa’ya seslenişi şöyle, Bu köprüyü bu para ve
zamanda bitiremezsem kellemi alın! Dehşet bir üstat.
Drjanova’nın çıkışında ise bir manastır var. Yürüyüş mesafesinde değil. Bu manastır Osmanlı’ya karşı başlatılan isyanlarda üs gibi kullanılmış. Osmanlı bir kaç kez yıkmış burayı. Aslında ufak ve şirin bir yer.
Drjanova’da Trjana’ya hareket ettim. Ama önce benzin aldım. Benzinciler genelde derli toplu. Avrupa birliğinden alınan fonlar ile Trjana şehir merkezindeki evler restore edilmiş. Küçük bir meydandan yürüyerek diğer meydana ulaştım. Yolda Posta Bank’da Euro bozdurdum. Güleryüzle hızlıca hizmet verdiler. Ulaştığım meydana motoru getirip park ettim ve zincirledim. Oturduğum restorandan motoru da görebiliyorum. Gerçi şu ana dek hiç tehlikeli bir durum olmadı ama dikkat etmekte fayda var. Burası tipik bir Bulgar lokantası. Salataları nefis ve aslında doyurucu. Şinitzel biraz kalındı ama genelde iyi yemekler yedim. Telefonun data servisini kapatıp restoranlarda açıyorum. Tatil sırasında size de tavsiye ederim. E-mail Whatsap vs mesajları yokken daha huzurlu gezebiliyorsunuz. Her restoranda, cafe de hatta lukoil benzin istasyonunda wi-fi var. Restoranda açar açmaz bir eski dostumun beyin kanaması geçirdiği ve hastanede olduğu haberini aldım. Hayat çok enteresan.
Yemek bitti ama bulutlarda kararmaya başladı. Bölge çok dağlık ve yağışlar lokal olabiliyor. Ümidim bundan sonra gideceğim Etara tarafında havanın iyi olması.
Malesef öyle olmadı ve Etara’ya oldukça ıslak vardım. Montum su geçirmedi ama kışlık olmayan pantalon su koyverdi. Allah’tan hava soğuk değil. Burada motoru park edip WC’nin önündeki sundurmaya sığındımi o sırada ziyaretten dönen 15 kadar lise talebesi ile!.. Ve gene burada park görevlisi kadın o yağmurda gelip 2 leva ücreti tabiki fiş karşılığında talep ett. BU park parası verdiğim tek yer oldu. Biraz sonra yağmur hızını kaybetti. Sanırım Perşembe müzeler ücretsiz. Veya o yağmurda gezmeye gelenlerden para almıyorlar. Burada 1800’lerdeki hayatı yeniden kurgulamışlar. Marangoz, un değirmeni, fırın, çana çömlek atölyesi tekrar kurulmuş. Tepeden akan su arklar ile atölyelere taşınmış. Burada su değirmenleri ile o zamanın mekanik sistemleri çalışıyor. Çok hoş idi, bir de yağmur olmasa. Burada araba ile gelmiş Türk ailelere rastladım.
Yağmurun biraz daha dinmesini bekledi isem de nafile. Burası bir vadi ve sıkışan bulutların çıkışı yok. Yolda hava açar ümidi ile Şıpka’ya hareket ettim. ve yanılmadım. Şipka’ya dağ yollarından virajlardan gidiyorsunuz. Bu yollarda motor kullanmak çok zevkli. Hele Africa Twin! Motor ilk 3 viteste zaten gereken gücü veriyor. Size konsantre olup virajlara hazırlanmak kalıyor. Şipka geçidi yol ayrımına vardım. Daha da virajlı ve hafif bozuk asfalta girdim. Burası çok yüksek bir nokta. Rus Osmanlı savaşı buralarda geçmiş. 7000 Rus ve Bulgar Osmanlı ordusuna geçit vermemiş. Bu yüzden Plevne’ye de yardım ulaşmamış. Savaş Ağustos ayında başlayıp kışın da devame etmiş. Soğuk sebebi ile de zorluklar ve zayiat olmuş. Anıta varınca aracınızı park edip yukarıya anıta yürüyorsunuz. Burada gezmek ücret bağlı 3 leva verip anıtın içinde en üst terasa tırmanıyorsunuz. Katlarda savaşı anlatan resimler tablolar ve İngilizce açıklamalar var. Çok sert ve zorlu bir savaş olduğu anlaşılıyor. Manzara inanılmaz. Bir tarafı ovalara, diğer tarafı da dağlara bakıyor. O kadar genişbir alanki! İnsanlar neyi paylaşamayıp ta burada savaştılar diye düşünmeden edemiyor insan.
Anıttan aşağı inip Buzluca’da bulunan uzay gemisi diye alınan ve halen terk edilmiş olan yapıya gidiyorum. Motoru aşağıda park edip yukarıya dar patikadan yürüyorum. Oldukça dik. Bayağı yoruyor. Şeytan motoru al topraktan gazla diyor. Sonra yalnız olduğum ve lastiklerin yol lastiği olduğu düşüncesi aklıma geliyor. Anıta varınca komik olan ise buraya arkadan dolanan bir yol var imiş! Hani giderseniz ve nostaljiye meraklı değilseniz yolu kullanın. Buzluca anıtı komunist dönemde yapılıyor. İçinde mozaikler ve geniş bir toplantı seminer salonu var. Internette hakkında bolca yazı olan bu anıt halen kapalı. İçine girmek mümkün değil. Kapısında da bir nöbetçi yaz kış 365 gün 24 saat bekliyor. Genç bekçi ile konuştum. Adam öyle bekliyoruz diyor. Anıt harap halde ve tavanı çökmüş. İçeri girmek tehlikeli. Ana kapıda ciddi demir parmaklıklar koyup sunra çakmışlar. Herhalde maceracı turistleri engellemek istiyorlar. Etrafında bir tur atıyorum, pek girilecek bir yeri de gözüme çarpmıyor. Anıtın olduğu tepeden Şıpka geçidi anıtı da görünüyor. Kaynaklardan bu anıt için 25 milyon dolar harcandığını okudum. Ve şimdi harabe! Bir ülkenin kaynakları nasıl boşa harcanır? Burada net görebilirsiniz. Anıtın bulunduğu tepe yemyeşil otlayan atlar ile taylar var. Taylar çok güzel. Annelerinin yanında zıplayıp neşe ile geziniyorlar. Ama anne atlardan biri bana uzaktan takıyor. At saldırırsa ne yapılır hiç bir fikrim yok. Bekçi bağırıp hayvanın yön değiştirmesini sağlıyor. Bunlar vahşi atlar doğada özgürce gezerler diyor. Eh hava tam kararmadan bende geri dönmek için aşağı yürüyüşe geçiyorum. Geri dönüş yolunda ufak bir geyik ile tekrar karşılaşıyorum. Hava kararmadan geri dönüş yolunda sürüyorum.
çok güzel bir gün oldu bugün!
4. Gün Sevlievo Pazar yer Oresak Manastır ve müze Lovec Kurusuna şelaleleri
Bugün kampta bir tek ben varım. Polly bana gene nefis bir rota önerdi. Ara dağ köy yollarından Oresak manastırı ve etnografya müzesi, Lovec şehri kalesi ve meşhur kapalı köprüsü, Kuruşuna Şelalesi. Ben Plevne’ye de uzansam mı diye düşünüyorum. Polly biraz fazla uzun olabilir diye görüş bildiriyor. Eh bu durumda yolda karar vereceğiz.
Dünkü yağmurdan sonra hava birden ısındı. Güneş parlıyor, ver doğa yemyeşil. Motor ile Sevlievo’ya doğru yol almaya başlıyorum. Oda ne Sevlievo’da bugün pazar var üstelik bit pazarı gibi bir şey bu. Ve yolun tam kıyısında amcam koymuş boy boy bakır imbikleri satıyor! O Bulgarca anlatıyor. Galiba küçük olanı al götür Istanbul’a diyor. Bunlar rakıya veya rakija imbiği tahminim. Balkanlarda çok içilen bir tür brandy. Armut, erik elma gibi meyvelerden de yapıyorlar. Ve oldukça sert.
Motoru karşı tarafa park edip biraz geziniyorum. Motordan da çok uzaklaşmak istemiyorum. Pazar yeni kurulmuş ortam da sakin. Satıcıların kimi yeni yerleşiyor.
El aletleri, Aluminyum mataralar, kamuflaj desenli pantolonlar, otomobil jantları, bisiklet ve Simpson 2 zamanlı motorlar! Hatta en uçta bir kaç ikinci el oto da vardı. Beş benzemez bir arada. Devam ediyorum biraz ilerde de normal pazar var. Bizdeki usül sebze meyve ne istersen. Burada duramıyorum. Devam ediyorum. Telefona indirdiğim haritada Oresak manastırını işaretledim. Rahatım! (tabi canım tabiiii). Yol dar ama düzgün asfalt köylerde gaz keserek çevreyi seyrederek ilerliyorum. Trafik hele Istanbul’dan sonra yok denecek kadar az. Hatta yok demek lazım. Bu bölgede köyler biraz daha derli toplu. Kimi evler tamir edilmiş, kimi yerlere de gayet güzel villa türü evler yapılmış. Genelde hep yaşlı nüfus ile karşılaşıyorum, bahçede çalışan, yürüyen, alış veriş yapan. Genç görünce artık bende sevinmeye başladım. Derken bizim google maps beni köyün içine sokuyor, derken dağ yollarına sardırıyor, asfalt bitiyor. Harika bir patikada iki tarafım yemyeşil ilerliyorum. Ama nereye? Bir 10 dakika sonra tol bitiyor. Bir çiftliğin önündeyim. Burada manastır filan yok? Haydaa, telefonu kurcalıyorum, saçmalıyor. Eh bari geri dönelim. Yolda karşıdan gelen bir Toyota Land Cruiser el ediyor, nereye? Valla ben bildiğin kayboldum da bunu Bulgarca nasıl diyeceğim onu bilmiyorum. Manastır Monastery filan diyorum. Arabadan inen adam 50 yaşlarında gel diyor evine davet ediyor. Vay be bu nasıl bir manzaradır? Ev Köyün yükseklerinden ilerideki dağlara bakıyor. Masmavi de bir havuz var manzaraya karşı. Kış diyorum no problem diyor. Harita getiriyor, anlaşamıyoruz. Beni takip et diyor. Köye iniyoruz eli ile işaret
ediyor ve işte manastır. Ama burası Aprilci köyünün manastırı. Köyün az dışında çamlar altında güzel restore edilmiş bahçesi var ama içerde kimse yok. Girmeden motoru çekip bekliyorum hani paldır küldür girmeyelim diye. Kimse yok. Manastıra giriyor ve kiliseye bakıp çıkıyorum.
Veliko Tırnovo’yu gezerken rehber Bulgaristan’ın dindarlık sırasında sondan 3. olduğunu söylemiş idi. Buna rağmen bir sürü kilise manastır var. (Dindarlıkta son 2 sıra Kosova ve Arnavutluk’ta imiş).
Oresak manastırına varıyorum. Burada yerli yabancı epeyi ziyaretçi var. Giriş ücretsiz. İçeride duvarlardaki resimler ikonalar ilginç. Tarihi olayları resmetmişler. Özellikle öldükten sonraki yolculuk ile ilgili resimler ilginç Mesela bir mefta hakkında karar veriliyor. Bir tarafta azizler diğer tarafta şeytanlar! Lise öğrencileri de var. Tabi onlar işin dalgasında. Bende biraz gezinip uzatmadan çıkıyorum. Etnoğrafya müzesinin Bulgarca ağırlıklı olduğunu duyunca da pas geçiyorum. Hedef Lovec.
Yolda artan ısı uykumu getiriyor. Kenara çekip elmamı yiyor biraz su içiyorum. Bu tür yolculuklarda yanıma termosta soğuk, su elma muz gibi meyve, kuruyemiş, çikolata ve bisküvi mutlaka alıyorum. Yemek imkanı olmaz ise kısa bir atıştırma ile enerji seviyesini derleyip yola devam etmek için. Tavsiye ederim.
Lovec giriş çok güzel. Bir dağın sanki arasından giriyorum. Tabi 10 dakika içinde şehir bitiyor. Kapalı köprüyü de yavaş gitmeme rağmen göremedim. Bu sefer ana yola paralel daha şehir içi yoldan geri dönüyorum. Kenarda bir Kawasaki Versys 1000 dikkatimi çekiyor. Yanlarına yanaşıyorum. Motor sıfır, yeni sahibine teslim ediliyor. Bu 4 silindirli bir tur/yol canavarı makine. Evrakları işlemleri yapıyorlar, kısaca nehir kenarından git zaten yanına çıkacaksın diyorlar. Öylede oluyor. Hemen yanına motoru park ediyorum. Park yeri ücretli ama parkçı amca ücret almıyor. Pek yanıma da yaklaşmıyor, ses etmeme rağmen. Motoru park edip direksiyon kilidini devreye alıp ayrıca kalın zinciri de takıyorum. Ana caddeden köprüye giriyorum. Köprü ünlü mimar Nicola Fitchev’in eseri. Tarih içinde yıkılmış ama restore etmişler. Tam ortasında bir espresso ile kurabiye ısmarlıyorum. Burada da turist Türk ailelerine rastlıyorum, dondurma peşindeler. Köprünün diğer başı bir meydana açılıyor. Burada inşaat var. Ama ilerde sahne de kurmaktalar. Tahminim hafta sonu burasının çok canlı olacağı.
Köprüden sonra Lovec Kalesine tırmanıyorum. Tabi burada da Osmanlı ile savaşmışlar. Kale oldukça yüksekte. Yollar motor için keyifli. Giriş 3 leva gibi bir şey. Kaleden şehre bakmak zor, tırmanmak yasak demişler ama bir güvenli yer buluyorum. Burada da ufak bir sahne var. Açık hava konserleri için. Aklıma Rumeli Hisarı geliyor. Kayahan’ın o nefis konseri, Uğur Yücel’in tek kişilik gösterisi. Ne kadar güzel bir mekandı! Şimdi oraya bir mescit cami yaptılar. Efendim eskiden varmış! Kim gelip namaz kılacak müzenin ortasında. Ne güzel insanlar gelip konserler izliyorlar idi. Ve tarihi bir mekanı yaşıyorlardı.
Lovec kalesi girişinde gene ögürlük için mücadele eden …… dev bir heykeli var. Gölgesinde dinleniyorum. Bu muhterem aslında Bulgaristan’da yaşayan tüm Etnik grupların temsil edileceği eşit bir yönetim ister imiş. Faaliyetleri sırasında Osmanlı yakalamış ve idam etmiş. Sanki bu tür bir yönetime geçseler (krallık yerine) daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Cumhuriyet’i kurup bize bırakanlara teşekkür ediyorum.
Sırada Kurusuna var. Sakin yollardan gazlayarak varıyorum. Büyükçe bir kasaba. Bir restoranın önünde girişi soruyorum. Restoran sahibi Türk Bilal düz ilerde diyor. Eh akşam yemeğinini nerede yiyeceğimiz belli oldu.
Girişte harita verip izah ediyorlar 2 farklı rota var. Ben aşağıdakinden yürüyorum. Şelalenin önü o kadar serinki, suya atlamak istiyor insan. Şelalenin önünde genç bir çift fotoğraflarını çekmemi istiyorlar. Derken Türkçeye dönüyoruz. Varna’da yaşıyorlar ve gezmeye gelmişler. Selamlaşıp tura devam ediyorum. Yukarıdaki rota gözümde büyüyor. Bilal’in restorana çekiyorum. Bir büyük bira ile erken akşam yemeği yiyorum. Bilal Köyde çoğunluğun Türklerde olmasına rağmen Bulgarların seçimi kazandığını anlatıyor. Trakyalı bir yaşlı amcanın her sene geldiğini herkese yardım ettiğini söylüyor. Gelmeyince aramış oğluna ulaşmış,
rahmetli oldu demişler. Çok üzüldüm, bilsem cenazesine giderdim diyor. Istanbul’a geldiklerini ama nereyi gezeceklerini bilemediğini söylüyor. E-mail telefon bırakıyorum, beni ara yaparız program diye ekliyorum. Yola devam ediyorum.
Artık son gecem bu. Dağ yollarından ana yola ulaşıp gazlıyorum. Seri bir sürüşle Motocamp’dayım. Bu sefer geç kalmadan vardım. Chip beni karşılıyor. Odama çekiliyorum.
4. Gün Dönüş
Sabah vakitlice kalkıp eşyaları ve motoru hazırlıyorum. Kahvaltımı yapıp, IVO ile hesap kitap yapıyoruz. 1 gece, kahvaltı dahil 12.5EU gibi çok makul bir rakam. Bir de t-shirt alıp motora atlıyorum. Ivo kamptan çıkışımın fotoğrafını çekiyor.
Motocamp’tan ayrılmadan önce wifi üzerinden bağlanıp trafiğe bakıyorum. Bulgaristan’a giriş yaptığım kapı olan Captain An kapısı yoğun, yolu değiştirip diğer kapıya Hamzabeyli’ye yöneliyorum.
Yolda bu restoran gibi yere rastlayınca fotoğrafını çekmeden olmaz. Sahibi meraklı olmalı ki bu kadar antikayı toplamayı becermiş. Kısa bir mola yola devam.
Yol yükseldikçe hava serinliyor. Yer yer polis kontrolleri var. Genel süratte devam ediyorum. Şu ana dek ceza yemedik aynen devam. Yolda ters istikamete giden motosiklet gruplarına rastlıyorum. Devamlı sol elimle selamlarını alıyorum. 2 parmakla zafer işareti. Korna veya selektörden daha iyi zira diğer sürücülerin kafasını karıştırmıyorsunuz.
Lukoil’de su benzin molası için duruyorum. Koca bir Suzuki Chopper sürücüsü ile selamlaşıyorum. Nereye diye sorunca yoldaki onlarca motorun sebebi anlaşılıyor. Kazanlık’ta motosiklet festivali var! Haydaaa, o kadar webde festival vs var mı diye baktım ama sanırım ben İngilizce arayınca bu yerel festivaller kaçıyor. Bir an geri dönmeyi düşünsem rotayı değiştirmiyorum. O esnada bir sürü motorcu su benzin sigara molası için duruyor. Her tür motor var. Yamaha Fazer 1000’ler pek de güzel. Bu arada Lukoil’de beleş wifi var. Trafiğe son kez bakıp yola devam ediyorum. Hava çok ısındı, ama sınıra da az kaldı.
Yolda Türk plakalı araçlarda artmaya başlıyor. Bulgar tarafına rastlıyorum ve sorunsuz geçiyorum. Kaskı çıkarmam yeterli. O sırada 2 tane Vstrom 250 gelip öne kaynıyor. Bir tanede full deri racing tulumu ile Hyosung var Genç arkadaş beyaz da olsa tulum içinde ter atıyor. Sorunsuzca Türkiye tarafına geçiyorum. Duty free Leva kabul etmiyor! Demek ki Bulgar tarafında sınıra yakın yer alan dükkanlarda son levaları harcamak gerekir imiş. Kalsın bir dahaki sefere diyorum.
Türk tarafında da sorun yok. Arabaların bagajlarını kontrol ediyorlar ama bana geç diyorlar ve nefis bir otoyolda kendimi buluyorum. Hava iyice ısındı ve yemek molası vermek için Edirne’ye kıvrılıyorum. Edirne’de ciğer meşhur malum ama bu havada zor. Trip advisor Köfteci Osman’ı tavsiye ediyor, direk gazlıyorum. Güzel bir köfte piyaz duble çay ile enerjimi yeniliyorum.
Istanbul’da dükkanı oğluna devredip Maltepe Keşan’a yerleşen Üzeyir ustaya geçte ola bir bayram ziyareti yapmaya karar veriyorum. Nefis otobanlarda köye varıyorum. 1 saati biraz geçiyor. Bayramlaşıyoruz. Üzeyir Usta tarım faaliyetlerini anlatıyor. Çok bilinçli yaklaşıyor. Hasat vakti gelmek üzere sözleşiyoruz.
Bundan sonrası biraz mukavemet. E5’e bağlanıyorum. Tabi dönüş trafiği yoğun. Yolda risk almadan devam ediyorum. Yolda motorizlerde artıyor. Tabi Bulgar’da selam verme işi ülkemizde yok gibi. Dikkatli bir sürüş ile 3. Köprü otoyoluna bağlanıyor ve eve varıyorum. Hava karardı. Son anda Keşan’a uğramak yolu uzattı…. Ama bir güzel seyahat daha kazası ve sorunsuz bitti.
Düşünceler;
Balkanlar çok güzel. Tekrar bir rota yapmak lazım. Bu sefer Kosova’da olmalı. Bir diğer alternatif ise Romanya Transalpina ve açık olur ise Transfagarassan! Önde mutlaka hazırlık yapılmalı, yani ben pek yapmıyorum ama siz yapın J.
Motor ne olmalı? Paranızın yettiği motor olmalı derim. Motocamp’da rastladığım Almanya’dan kopup gelen 2 kafadar İlk kasa Transalp (600cc) ve ilk kasa Super Tener (750cc) 1 ay 10 ülke gezdiler. Demek ki önemli olan zaman, yol arkadaşı ve tabi ki seyahat için para.
Peki nerede kalmalı? Bir çok pansiyon, Bed & Breakfast otel imkanı var. Bunları değerlendirmek gerek. Ama yanınıza çadırı da alın. Aklınız eserse güzel bir yerde kamp atarsınız.
Africa TWIN nasıldı? Tek kelime ile muhteşem idi. Bu motor beni yormuyor. Hele ilk gün 10 saat süren ve son 3 saati karanlıkta geçen yolda bile çok keyif verdi. Yakıt tüketimi 5 – 5,5 litre civarı. Motorda standart sele ve standart cam var. Elcik ısıtma ve USB şarj takılı. Bunlar çok iş gördü. Telefona indirdiğim Google maps bölgesel haritalar ile gezdim. Ara sıra sapıtıyor dikkat etmek lazım ama genelde Google maps genelde ş gördü. Ayrı bir GPS’e gerek kalmadı. Koruma demirleri İzmir Özer Reis imalatı, test etmedim umarım da etmem. Lastikler orijinal lastikler. Asfaltta iş görüyorlar.
Güvenlik konusunda ben hiç sorun yaşamadım. Motoru hep gözümün önünde tuttum. Kaldığım yerde de motorlar kilit altında idi. Ama genelde bir sorun veya ters bir durum yaşamadım. Yerel halkta size olumlu bakıyor. İngilizce bilen az ama rastlayacağınız soydaşlarımız ile Türkçe konuşabilirsiniz.
Kaç para mı harcadım? Türkiye tarafında aldığım benzinler hariç 150 -170 Euro gibi bir para harcadım….
Toplamda 1.700 km civarı yol yaptım. Tüm fotoğrafları Samsung S9 ile çektim. Yani tek bir cihaz hem telefon, hem GPS hemde kamera işlevi gördü. 3 ayrı cihaza gerek kalmadı.
Evet Son söz olarak gidin görün yaşayın derim.