Balkanlar 6. gün 29 Ekim 2012
Yolculuğun en rahat oteli Paggaio Princess |
Bugün Cumhuriyet bayramı. Tüm yurda kutlu olsun. Yolculuk sırasında kaldığım en rahat otelden sabah 9:00’da ayrılıyorum. Hedefim Kavala. Burada eski otoyol (yeni otoban değil) üzerinden Petropigi’yi bulacağım. Rivayet o ki , Sarı Şaban aslında bu köy imiş. Hrisopolis değil.
Otel sahibine iyi günler dileyip, güneşli bir havada yolculuğuma başlıyorum. Kavala’ya arka yollardan iniyorum. Kavala girişinde şehrin mazarasını çekmek için durduğum nokta da yağmur başlıyor ve iyice şiddetleniyor. Kavala’yı sert yağmurda geçiyor, eski İskeçe yoluna saplanıyorum.
Petropigi’ye yukardan bakış |
Bir müddet sonra yağmur duruyor ve Petropigi’ye ulaşıyorum. Burası Hrisopolis’e çok yakın bir dağ köyü. Motorla geziniyor açık bir kahve dahi bulamıyorum. Köye hakim tepede büyük bir mezarlık var. Tabi Ortodoks Hristiyan mezarlığı bu. Bir kaç fotoğraf daha çekip, yola devam ediyorum.
Köy çıkışında İskeçe’ye doğru eski yoldan devam ediyorum. Buna “National Highway” diyorlar. Ücretsiz ve yerleşim yerlerinden geçerek devam ediyor. Ara sıra yağan yağmur eşliğinde İskeçe’ye varıyorum. Şehir içinde dolanıp meydandaki kahvenin önüne motoru çekip bir masaya oturuyorum. Meydan Anı Truizm’in tur otobüsü dikkatimi çekiyor. Yolculuğun ilk günü otoban üzerindeki mola yerinde de bu otobüse rastlamış idim. Biraz sonra otobüs hareket ediyor. Garson kıza frape sipariş edip, haritalara gömülüyorum. Gümülcüne ve Dedeağaç’tan sonra sınırdayım, az bir yol kaldı.
İskeçe Meydan, Başsız una heykele dikkat |
Masama bir genç adam yanaşıyor, elinde selpak mendil bir şeyler söylüyor, Türkçe anlamadım diyorum. Niyetim başımdan savmak. Bulgaristan’dan gelen ve dilenen çingenelerden biri diye düşünüyorum. Adam gayet düzgün Türkçe ile işsiz olduğunu ve vereceğim para ile eve yemek alacağını söyleyince dumur oluyorum. Bozuk bir kaç euro veriyorum o ben istemeden selpak mendili bırakıp teşekkür edip gidiyor. E hani burası avrupa birliği idi ve sosyal devlet ilkesi vardı derken bu sefer küçük bir kız geliyor ama bu Türkçe bilmiyor. Buna da bozuk bir şeyler verip garson kıza soruyorum, bu çocuk nereli? Cevap tabi ki İskeçe’li. İlerde gözüme genç adam çarpıyor, bir supermarket arabasını iterek ilerliyor. Arabada ise büfeden aldığı bir poşet içinde az bir şeyler var. Önümdeki masada frape garmin, digital makine blackberry telefon ve kask duruyor. Bir çok motorcu dostumda olan ekipmanlar bunlar. Bizler için rutin, hatta benim blackberry 3 yaşında antika bile sayılır. Amma bunların toplam değerini kabaca hesaplayıp buradaki krizi düşününce, keyfim kaçıyor. Yukardaki kara bulutları da görünce frapeyi bitirip toplanıyorum. Yan masada oturan adam, gps’i işaret ederek Rain no problem (su zarar veri mi) diye soruyor. Yok diyorum rain bana problem. Gülüyor, gazlıyorum.
İskeçe hoş bir kent. Büyük sayılır ve Türk mahallesi de çok hoş. Bir çok keyifli meydanı da var. Ben yolu kaybedince Türkçe bir İskeçe’li dosttan yardım alıyorum. O sırada oradan geçen scooterli diğer bir İskeçe’li dostun arkasına beni takıyor ve Gümülcine yoluna çıkıyorum.
Yağmur bu sefer iyice sertleşiyor. Nehirler taşmış ve köprülerin üzerinde sel kumu çamuru dallar var. Görüş çok az olduğu için ilk geçişte hızlıyım, yalpalıyor ama geçiyorum. 3 geçişten sonra yol sel sebebi ile kapanıyor. Çamura saplanıp burun isti dikilen bir Reanult Express görüyorum, kurtarmaya çalışıyorlar. Geri dönüp arkamdaki araca el ile yol kapalı demeye çalışıyorum. Camı açıyor ve Türkçe soruyorlar, Ağabey nereye gitmek istiyorsun. Otobana çıkmam ve bu bölgeyi hızla terk etmem lazım. Zira dağdan çağlayarak gelen azgın suların ne yapacağı belli değil. Bizi takip et diyorlar. Önce geriye, sonra denize doğru çok düşük hızda gidiyoruz. Yollarda çok yerde mil birikmiş ve sert yağan yağmur sebebi ile görüş düşük. Tam düzlükte yani olmamamız gereken bir yerdeyiz Suların çağlayarak geldiği dağ arkamızda deniz ise önümüzde. Neyseki biraz daha gidip otobana saplanıyoruz.
Yağmur yavaşlıyor ve yerini sert ve farklı yönlerden şamar gibi bindiren rüzgara bırakıyor. Otoyol otobanın ovanın ortasından gidiyor ve her iki yönde alabildiğine açık. Gelen rüzgar vurup gidiyor. Hızım önce 80 daha sonra ise 40’a kadar düşüyor. Farklı yönlerden gelmese iyi olacak ama yağmur duruyor.
Gümülcine’ye girmeden geçiyor ve benzin tabelasından çıkıp benzin alıyorum. Benzincide iken yağmur gene bindiriyor. Artık Silivri’ye kadar sert yağmur altında gideceğim, gümrüğü sert yağmurda geçeceğim.
Otobana geri dönüyor ilerliyorum. Yunan sınırını sorunsuz geçip meşhur köprüde rüzgarda uçmadan Türkiye’mize ulaşıyorum. Sınır kalabalık ama bir çok gişede hızla işlemler yapılıyor. Sorunsuz geçiyorum. Burada Türk plakalı araçta İstanbul’a giden bir Yunan vatandaşı ile sohbet ediyorum. Adam Istanbul’da Yunan yatırım olan bir bankada çalışıyor. Cesaretim sebebi ile beni tebrik ediyor. Son işlemleri yapıp devam ediyorum. En son gişede sert yağmurda memur halime acıyıp plaka kontrol yapıp başka evrak sormdan hadi devam et diyor.
Bu noktada amacım hava kararmadan maximum yolu yapıp, benzin ve dinlenmek için durmak. Yğmur pek hız kesmeden Tekirdağ’a kadar devam ediyor. Yol çok kalabalık değil ve genelde sürücüler temkinli gidiyorlar. Silivri’yi geçince yağmur kalıyor, rüzgar ile yol kuruyor. Hava sıcaklığı 14.5’tan 19 derecelere yükseliyor. Isıtmalı elcik ve yağmura karşı çok iyi koruma sağlayan eldivenler ile yağmurluk da buna eklenince sürüş konforu artıyor. Otobana giriyorum. İlk benzinlikte durup hafig bir şeyler yiyorum. Çorlu’da 29 Ekim etkinliğine katılan bir grup motorize ile karşılaşıyorum. Onlarda Çorlu’da yağmur yemişler.
Bundan sonra ise kuru havada seri şekilde önce şehre sonra evime ulaşıyorum. 2.250 km süren seyhatimde burada sonlanıyor. Güneşle gittik yağmurla döndük. Çok eğlenceli 6 gün geçirdim. Kısmet ise seneye bir daha inşallah.
Elinize saglik Burak bey. National Geographic belgeseli seyredercesine okudum :))
I. Cem Onur